12 Haziran 2010 Cumartesi

Son

Her şey bir sonla başlar.Parmakların dermansızlaştığı yerlerde duygular öyle bir hükmeder ki beyine tüm vücut kitlenir.Her yerde aynı şeyi görmeye başlarsın.Aynı isim bir bir karşına çıkmaya başlar uçsuz bucaksız yerlerde.Sonunda öyle bir hale gelirsin ki bir gün kendisi karşına çıktığında inanmak istemezsin.Bünye inkar eder ne varsa o küçücük geçmişinde.Kendin olmaktan çıkarsın ağır ağır.Sen aslında sen değilsindir.

Sonunda öyle bir an olur ki,senlik ve benlik bir anda suratına çarpar fahişeye atılmış bir tokat gibi.Benlik ruh olur.Senlikse hayat.İkisi aynı anda olmadığı sürece hiçbir şey yolunda gitmez.Hayat ruhu olmadan bir bir geçmeye başlar anlamsızca.Ruh ise hayat olmadan küçük bir zaman diliminde tıkılıp kalmış olur.Bu kısır döngünün ortasında ise iki gizli kahraman bir anda birbirlerinin karşısına çıkar.

Sonunda o birleşme meydana gelmiştir.Tek bir gün onlarca günü kapsamaya çalışır.Saatler dakikalarla kavgaya tutuşur ve sonunda ruh kaybeder.O kısacık zaman dilimine kısılmaya mahkumdur.Hayat ise geçmeye devam edecektir.Kaybolacaktır derin sessizliğine.Kendi kendine itiraf edemediği onca şey avuçlarındayken onları bir kutuya kapatmaktan korkmayacaktır.Esas korkuları ise ruhla beraber kendi köşesinde devam edecektir.Ruhun o amaçsız ajandasında.Ruhun tek sarılmada bozulacak lanetinde kalacaktır her şey!

Aslında sonsuz bir hikaye olacaktır bu.Çünkü her şey sonla başlar ve hiçbir şey başlamayacaktır ruhun hayatında.Son,sadece can yakar ve başlama umudunu her zaman tetikler.Ama bilinmez ki tetiklenen tek şey acılardır.Hiçbir zaman gökyüzüne haykırılmamış şeylerdir!Gülümseme artık eskisi kadar gerçek değil, kahkahalar ise sadece efekt olacaktır ruhun hayatında!

Bu hikayede ruhun kendine verdiği sözde olduğu gibi son hikaye olacaktır.Yeniden bir hikaye yazılmayacağına dair verilen onca sözün kanıtı olacaktır.

Ve bun son hiçbir zaman başlangıç olmayacaktır!Ta ki hayat ruhu arındırana kadar!

3 Eylül 2009 Perşembe

Ruhun renk körlüğü?

Gökyüzü kestane rengi
Tenim solgun mavi
Ve sen olabildiğince lacıvertsin.

Ruhumun arka planı beyazken
Kara kalem çalışmasıyla kirlet hayatımı.
Üç kuruşluk aşk paradokslarında ağlarken ben
Gülümse arka plandan.
Renk karmaşası yaşarken aşkım
Nefret nefet dökül paçalarımdan...

Gözbebeklerim sepia,
Parmaklarım siyah beyaz.
Neden ayakkabılarım saf yeşil?

Ben olan aşkımı hatırladım bu gece.
Beraber büyüdüğüm varlığım.
Ve ben rengini kazanmış ruhum
Bensizliğinin sonsuza kadar sürceğini bilsede.
Ama olsun çabaladı kalbim
Reddedileceğini bilsede.
Aşkım dönüp giderken haykırsamda ben
Hayatın arka planının siyah olduğu her yeri hatırlasamda
En pembelerinin bize ait olduğunu oda bilsede
Gitti ağlar adam marşla.
Yada ben ağlar adımdaydım
O güler adım giderken...

Gökyüzü aslında siyah.
Kalbim su pompalarken bedenime
Benim renkleri bilememem çok mu normal sizce?

1 Eylül 2009 Salı

Rakamların dansı, İki

Bu hitaplar sana...Ruhumun en depresif köşelerine...

Korku korkuttu kalbimi iyice bozdu ağırdan ağırdan...Dedim ya ağırdan ağırdan diye anla canımın nasıl yandığını.Toprak kokan doğada ölüm kokuttum mezarımı ve çevresini.Hatta zombiler oturup çay içiyordu mezar taşımda.Kaldırdılar bir gün benide.Oturdum çay içtim onlarla.Hep derler ya kaç çeşit yaşam var kimse bilemez haline şükret diye.Yaşayanları hepsi şükretmeli.Ne çok ölüm var dünyada.Ne çok azap var...

Geçen yan mezarımdan çığlık sesleri gelmeye başladı.Sonra git gide arttı sesler.Bir baktım seslerin biri mezarın içinden biride dışından geliyor.İki aşık...Tutamadım kendimi başladım ağlamaya...

İki çığlık...
İki aşk...
İki aşık...
Sen ve biz...
Ben olamayacak kadar güzeldi...
Şimdi sen uğramıyorsun bile...
Bende gözyaşlarımla çiziyorum resmini,
Hatırladığım kadarıyla...

benden Önce BEN olmalı...

Benden önce ben olmalı biyerlerde.Hani kaybetmişliğimin en kör noktalarını yaşarken denk geldiğim ama bir türlü hatırlayamadığım...

Benden önce ben olmalı.Buna nedensiz bir biçimde o kadar çok inanıyorum ki.Çünkü o beni ortaya çıkartıp kaybolmak istiyorum o ortadan.

Benden önce ben olmalı.Hafiften sen, hafiften ben, hafiften o ve hafiften herkes.Her şeyden biraz olmalı onda.Çünkü o her daim arkamdan kulağıma fısıldayacak kadar biliyor her şeyi.

Benden önce kesinlikle bir ben olmalı.Hatta kimse kabül etmesede hepimizden önce içimizde birileri var.Olmalı!Yoksa biz birbirimizde kendimizi göremeyiz değil mi?Biri bana bunların doğru olduğunu söylemeli ki bende ağlayıp gülebiliyim.Yada şizofren bir piç olduğumu bile bile her gün kimsenin göremediği ve kimsenin duyamadığı yerlerde bana özel kimselerle sessizce yaşayabiliyim...

Bizden önce de biz vardık...

Ve bizim içimizde gizli birer biz barındırırız...
Onu korur muyuz bilemem.
Yada kaçırır mıyız herşeyden?
Ama o bizim en dürüst yanımızdır.
En saf bizdir bizden gizli.
Merhaba ben.
Yazmayı becerebilen ben.
Sokak aralarında yaşayıp
Bana yaşamayı öğreten velet,
Merhaba...

27 Haziran 2009 Cumartesi

Sen,Ben ve Büyük Harf...

Ben olmayı özlerim gözlerinde ve kelimelerinde... Haziran gecesinde Ankara'a yağan yağmur kadar hevesli seyrederim seni.Gözlerin gözlerime değdiğinde yumruğumla ezerim esirleşmiş pesimist duygularımın kafasını...


Sen olmayı özlerim sözlerinde ve gülüşünde...Sen konuştuğunda Ankara Kalesinin dibinde dilenen dilenci bile ayaklanır benim hayallerimde.Vals yapar tüm saflığıyla art niyeti olan her şeye inat...

Biz olmayı özlerim birlikteliklerimizde...Ellerim teninin her yerini ezbere bilmesine rağmen her seferinde yeniden keşfetmeye çalışır bu bitlikteliklerde.Aslında tanıştırmadığımız birlikteliğimizin en büyük yanıda Ankaradır.Biz seninle kızılayın bir köşesinde her gece buluşuruz, rüyalarımızda.Böyle gecelerde biz olmaya başlarız.Zamanla biz kavramı git gide genişler ve aile oluruz.Tabi bunlar buluşmadan zihni birlikteliğimizde bile gerçekleşir...


Ölüm olmayı özlerim sözlerinde.

Gözlerin yaşamı,

Bebeklerin ölümü hatırlatır.

Zıtlıkları sevdirirsin bana,

Bense olabildiğine uygun.

Sen ve Ben oluruz en sonunda ise.

Yani Biz...

Baş Harfleri küçük yazılamayacak kadar önemliyizdir birbirimiz için...


4 Ocak 2009 Pazar

Etrafımızdakiler, göremediklerimiz yada kayıtsız kaldıklarımız...

Ağlıyordu küçük çocuk.Kaçıyordu annesinden.Etarfında binalardan sallanan yalnız kollar, bacaklar, başlar...Saymakla bitmeyecek iğrençlikleri izliyordu gözü yaşlı çocuk.Elinde tuttuğu kol babasından son hatıraydı ona.Ve ölümüne bağrına basıyordu onu, hiç ayrılmamacasına...
Anneside ağlıyordu bir yanda.Elinde kapkara bir ceset.Oğlum diyordu her sarılışında.Oğlum diyordu her feryadında.Oğlum...Kafasının üstünden geçen mermi ve benzerlerini umursamıyordu.Hatta kolundaki şarapnel parçası bile sanki ondan ayrıymış gibi davranıyordu.Algılamak istemiyordu anne, dünya ya durmuş yada sona ermişti onun gözünde...
En küçükleri ise dört yaşındaki kızlarıydı.İdrak edemiyordu hiçbir şeyi.Bir abisine bakıyordu bir annesine.Abisinin elindeki şeyi ne olduğunu idrak edemiyordu bile."Abimin elinde doğarken canı sıkılıp yarısı doğmamış bir adam var" diyordu soranlara.Ertesi gün bunu duyan gazeteciler gazetelerine yazarken bile ağlıyorlardı."Peki ya annenin elindeki ne?" dediklerinde."Diğer abim uyuyo sessiz olun biraz sonra uyanır bana kızar" diyordu.Artık gözyaşları kanalizasyonu tıkayabilirdi kanla karışmış bir şekilde....
Ağlıyordu hepsi bir yanda...
Ağlıyordu onlar...
Çekirdek bir ailenin son çöpe atılacak kabuklarıydı onlar...
(Dünyada bazı şeylere kayıtsız kalmak mümkün değil kimine göre.Kimine göre umursamamak yaşamaktır öğle değil mi?Umursamayanlara inat çabalamak dileğiyle...)

19 Aralık 2008 Cuma

Yeni yıl...

"Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor.Lütfen daha sonra tek..." ve kapandı telefon...


İçimi ısıtan bir soğukluk vardı sokaklarda.Ortalama üç buçuk - dört saattir yürüyorum.Ev veya herhangi duvarlarla kaplı bir yerde ısınmak istemiyorum.Şu an Isınmak eylemini gerçekleştirebileceğim en uygun yer herhalde iki adet kolun içi.Sırayla tüm sevdiklerimi arıyorum cep telefonumdan.Anneme zaten bir gün önce karşıyakada dua etmiştim, babam konuşmuyor benle ve evet abim! Offf lanet olsun o da yurt dışında ve o kadar çok kontörüm yok.Cebimdeki son parayla gidip kontör alıyorum.Tüm heveslerimi cebimden çıkartıp yüreğime ekledikten sonra arıyorum telefonunu..."Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor.Lütfen daha sonra tek..." ve kapatıyorum telefonu.O cebimden çıkarttığım son heveslerim, son hayat sevinçlerimde yüreğimden damla damla akıp gidiyor...Bu arada sırtım kaşınıyor ve elimi sırtıma attığımda sevdiğimden arta kalan tek şeye takılıyor elim...Küçücük ama zehirli bir hançer...

Ankara içimi ısıtmaya yetmiyor artık...Diyorum ya dört saatten fazla oldu yürümeye başlayalı.Kızılay, bahçeli ve Tunalı derken tüm sevdiğim yerleri birer birer es geçmeye başladım.Kar taneleri bir bir suratıma düşüyor ve bu sırada etraftan sesler yükselmeye başlıyor...Beş, dört, üç, iki, bir ve sıfır!Yeni yıl geldi ve bana destek olan tek şey kafama düşen kar taneleri...Yalnızlık diz boyu ve Ankara’dan ilk defa nefret ediyorum.Bir yandan da kulağımda çınlayan sarhoş naralarını dinliyorum.Galiba birkaç sene içinde bunları duyamaz hale geleceğim.Ama o zaman kadar bu naraların bile tadını çıkartmam gerekiyor anlaşılan bu is kokan Ankara'da...Yapabileceğim tek şey yeni sarmış olduğum sigaralarımdan birini daha yakmak ve keyifle gülümsemek.Hoşgeldin 2009...



Hepinizin yeni yılını şimdiden kutlarım...

12 Aralık 2008 Cuma

Farkında mısın?

Küçücük bir fotoğraf...Çeken makine için bir saniyelik zahmetsiz bir işlem.Peki ya benim için?Peki ya diğer insanlar için?Neler ifade ettiğini o basit makineye anlatabilir misin?Ben senin fotoğrafını elime aldığımda içimde bir bir kopup yere düşen parçalarımı makineyi geçtim kime anlatabilirim?

Sen bir fotoğraftın ilk zamanlarda...Sonra yavaş yavaş büyüdün içimde.Kelimelerle resmini çizmeye başladım.Çizdikçe yeniden keşfediyordum seni.Sen istediğin kadar kendini gizlemeye çalışsanda kelimelerde o kadar net gözüküyordun ki...Vücudundaki her bir pürüzü biliyordum kelimeler sayesinde.Sırtını okşarken dördüncü kaburganın altındaki beni.Her şeyi öğrenmiştim...

Aslında şu an yazarken ve düşünürken bile güzel geliyor farkında mısın?

Dördüncü kaburganın altındaki ben...

Senin vücudun üzerindeki ben...

Sendeki bir ben...

Sen ve ben...

İşte gerçekten bu bir aşk galiba...

Ölmek, özlemek...

Sevdiğin kadın artık sevemeyeceğin kadar güçlü...İçindeki küçük madeni deştikçe bulduğu cevherler onlar.Ve ben onu gördükçe lanet ediyorum kendi madenimi bulamadığıma.Bende istiyorum onun gibi hayaletlerle dans etmeyi.Bir fısıltılık hayatın hatalı artığı olmak istemiyorum.Dans etmek istiyorum dans.Bütün uzuvlarımı etrafa amaçsızca savurmak istiyorum.Sonra yere resimler çizmek istiyorum ayak izlerimle.İlk olarak ölümün resmini,sonrada yaşamın.Buram buram hayat kokutmak istiyorum etrafı.Sen olan bu havada daireler çizmek istiyorum kollarımla.Sembolik ve etkileyici daireler.Bunlarla beraber arşa yükselmek istiyorum.Dini hislerimin tavan yapmasını ve senin elinden tutmayı bir yandan da.Etrafımda ölmüş rahibelerin ruhlarını hissetmek istiyorum.Eski zamandan lanetlenmiş birkaç tanede şövalye istiyorum gözleri alev alev yanan.Denge istiyorum etrafımda.Aslında ne dersem deyim ben sen olmak istiyorum...

Seni özlüyorum...

Senle ayaklarımız yere değmeden dans etmek istiyorum...

Ölmek istiyorum aslında ölmek...

Bahşedilmeyecek...

Ağlayacak kadar güçlü değiliz aslında.Ve seğir edeceğimiz gemiyi seçme şansımızda yok biliyorsun...Bunu aynen benim adımı bildiğin kadar iyi biliyorsun.Sana bahşedilmiş olan kanatların elbet bir gün kırılacak ve kollarının arasına alacaksın farkında olmasan da.Çünkü o tahta gemiye kanatlarınla sığamazsın.Bende yan gemide olacağım hiç merak etme.Tam yol ilerleyeceğiz senle gemilerimizde.Kaptanlar biz,tayfalar biz...İki gemi, iki kaptan ve iki ölümlü olacağız.Tek fark kollarının arasında tuttuğun kanatların olacak.Ama benim elimde sadece avucumun içinde sıkı sıkı tuttuğum üç ağızlı çatalım olacak.Her bir ucunu özenle zehirlediğim çatalım.Dünyadaki en korkunç yemeği yediğim çatalım...Hayatı yediğim çatalım...

Savaş meleği ile şeytan arasındaki fark nedir biliyor musun?Savaş meleği her şeyini aşikar yapar.Ama şeytan kaleyi içten fethetmeyi seçer hep.Çünkü senin aşikar yaptığın işler belki küçük bir zihinsel hareketle değişebilir.Benim yaptığım işleri ise değiştirebilecek tek şey benim ona karşı geldiğim kişidir...